Hapishane

Artık düşünecek çok zamanı vardı. Neler olmuş, neler yapmıştı?

Yatağa uzanmış, üstündeki ranzanın demirlerine bakıyordu. Ortalık sessizdi bir kaynayan çaydanlığın sesi vardı. Ha, bir de iki üç kişi ileride bir şeyler konuşuyorlardı.

Yalnızca korkuyordu. Yanında yatan adam, söylediğine göre katilmiş, çok kişiyi öldürmüş, belki yine öldürecek. Belki de çıktığı gün “Sen”i, yada bu gece “O”nü boğazlayacak.

Evet etraftakileri bırakalım. Bizi o kadar ilgilendirmiyorlar. “O” şimdi kendini düşünmek zorunda. N’olmuştu ya, aslında suç “O”da değildi yada suçun hepsini paylaşmışlardı, yarı yarıya. Peki ya hakim hiç gözünü kırpmadan daha ikinci duruşmada nasılda vermişti kararını. Nasıl söylemişti “on yıl yatacaksın” diye. Neyse, sonuçta O bir hakim ve görevini yapıyor. Çıkınca Onu öldürmeye gerek yok.

Peki ya Özlem, Onu da mı öldürmeyelim. Ama diyelim ki öldürdüm; yine O hakim ve yine karar: belki bu sefer daha uzun yıllar...

Özlem; Özlem suçluydu “O”na göre, ama Özlem öyle mi düşünüyordu ya; yoksa “O” na diş mi biliyordu, gizliden. Yada Özlem sadece şaka yapmıştı bir çocukluk anısını yeniden canlandırmıştı. Özleme göre öyleydi, ama...

Evet; çocukken yaparlardı. Mahalleden arkadaştılar, ilkokula birlikte gitmişler, hep aynı sıraya oturmuşlardı. Evcilik oynamışlardı. “Evet, evet hatırladım ilk altı yaşındayken ellemiştim.” Daha çok küçüktü, şeyi kalkmıyordu ama merak işte O bir kızdı ve elini onun poposuna atıp hafifçe gezdirdi. Daha sonra bu sanki adetmiş gibi her oyunda yapıldı. Özlem de ara sıra “O”nun kini elliyordu. Merak. Okulda, okulda ellemiyorlardı. Başkaları özenmesin diye. Ve başka kimseye elletmedi. Kimseyi ellemedi.

Artık ortaokul sıralarındaydılar. Olgunlaşmaya başlamışlardı. Özlem artık elletmiyordu. “O” gizliden elliyordu. Belki de ilk o zaman başladı. Ve bu güne kadar geldi. Orta ikinin yazında Özlem, annesi, babası, küçük kardeşi ve kedileri hep birlikte arabaya binip gittiler. Nereye? Bilmiyorum. Bir güle güle bile diyememişti. Sonra görüşmediler. Haber yok. Birkaç kez aramaya çalıştı ama yok; ulaşamadı. Gittiği yerlerde, aradığı telefonlarda tanıyan kimseyi bulamadı.

Zaten liseye başlamıştı. Önünde oturan kızın sutyen askısı hep içini gıcıkladı. Kaç kez elini uzattı ama olmadı yalnız saçlarıma dokunabildi. Sonra; ilerideki kız neden doğru dürüst oturmuyordu? Hep eteği açılıyordu. Ha, birde dönüp gülümsemesi. Çıldırtıyordu. Zaman geçiyordu. Yada geçmiyordu. Teneffüs hızla özleniyordu. Yanındaki; dersi dinliyor gibi yapıyordu. Yalan. Hoca -daha doğrusu o zamanlar ‘öğretmen’ denirdi.- orada bir şeyler söylüyor, kara tahtaya (neresi kara lan bunun hep yeşil oluyor.) bir şeyler çiziktiriyordu. Zaten buradan da sesi pek duyulmuyordu. Önemli mi? Diil. O yıl öyle bitti. Sınıfın ancak üçte birini tanıyabildi. Konuşmazdı kimse onunla.

İkinci sınıf başladı. İlk dönemin ortası gibi koridorda oturuyordu yada dikiliyordu. Erkekleri görmüyordu. Ortalık kız kaynıyordu. Neden bu kadar çoklar, dünyayı istila etmişler. Hep bizde suç, erkeklerde.

 

If you want a brother,
tell your father to fuck your mother.

İşte oradaki kız gurubundan çıkıp yanından geçip giden kız. Ohhhşş; o ne bacak öyle, dudakları yalayıp yutacak gibi, gözleri zaten ısırdı her yerimi, oram acıyor, ölüyor muyum?

Ertesi gün daha önce görmediği veya görüpte önemsemediği bir kız usulca yanına sokuluyor. Kısa boylu, tombul yanaklı, sinsice gülen: “hatırladın mı, dün, ileride işte şurada güzel bir kızla göz göze gelmiştiniz.” “Evet.” “Yasemin, seni görmek istiyor. Çıkışta arka kapının yanında.” Gülerek hızla uzaklaşıp gitti. Hıhh, salak kız şaka yaptığını sanıyor. Yer miyim. Yer mi Anadolu çocuğu. Yeer. Ya gerçekse. Bütün ders Onu düşündü. herhalde dersin sonuna doğruydu: Hoca “O”na soru sormuş, ancak yanındaki hızla bir dirsek indirince kendine gelmişti. “Ayağa kalk.” Dedi arkasındaki. Kalktı. “Çıkışta biraz geç çıkıp bakarım.” dedi. Herkes güldü. Soru neydi, sorulmuş muydu? Bilmiyordu. Yerine oturdu. Yanındakine bir yumruk indirdi. Düşündüğünü aynı zamanda söylemişti. Öyle yaptı, oradaydı güzel bacaklı kız. “Geç kaldın.” Dedi. Suskunluk. “Gel, niye konuşmuyorsun? Yoksa beni sevmedin mi? Bak, ben senden hoşlanıyorum.”...

İlker Ergün

Çelik ve alüminyum yapı, kaynaklı imalat, demiryolu araçları, akreditasyon standartları, yönetim sistemleri gibi bir çok alanda danışmanlık, eğitim, denetim, belgelendirme faaliyetleri için...

EN 1090, ISO 3834, EN 15085...

EN 1090, ISO 3834, EN 15085 ve ilgli standartlarda bakanlık ve kamu kuruluşları personelleri eğitimlerinden, Türkak belgelendirme denetimleri, belgelendirme kuruluşları ve onaylanmış kuruluşlara danışmanlık ve eğitim, ürün ve sistem belgelendirme denetimleri, imalatçı firmalara eğitim ve danışnamlık, bireysel ve kurumsal eğitimlere kadar tüm seviyelerde alanında en tecrübeli ve bilgili hizmet.

DANIŞMANLIK HİZMETLERİ

Çelik ve alüminyum yapı uygulamaları (EN 1090), kaynaklı imalat (ISO 3834), demiryolu araçları (EN 15085), kaynak mühendisliği uygulamaları (IWE/EWE, PQR, WPS, WPQ...), yönetim sistemleri (ISO 9001, ISO 14001, ISO 45001, ISO 19011, 31000...), akreditasyon (ISO 17020, ISO 17024, ISO 17065...) gibi üretim sektörünün ihtiyacı olan tüm konularda eğitim ve danışmanlık hizmetleri ile gerekli yönlendirme çalışmaları.

İLKER ERGÜN

Makina ve Kaynak Mühendisi olan İlker Ergün, 2002 yılından beri sektörün öncü kuruluşlarında üretim va kalite departmanlarında görev yapmıştır. 2014 yılında bir onaylanmış kuruluşta komite üyeliği olarak başlayan bireysel hizmetlerine zamanla yenilerini ekleyerek birçok kamu ve özel kuruluş ile derneğe ihtiyaçlarına yönelik çözümler sunmuştur. Halen bu alanlarda danışmanlık, eğitim, denetim faaliyetlerine devam etmektedir.